9. Bölüm: Buluşma

İsmin Yakea, 65. seviyesin. Oyunun başında başına gelenler yüzünden bir klana katılman yasak, 39. seviye koridor canavarını tek başına yendin. 5ten fazla tuzak odasını etkisiz hale getirdin. Laughinn Coffin'in kurucularını yerle bir ettin. Efsanevi sınıftan 4. oyuncusun. 6. ile kısa bir geçmişin var. Ve solosun.

Lidia- 65. Seviye Oyuncu 

KAT 59 Buluşma

Beni ayağa kaldırdığında görünüşüne rağmen ne kadar kuvvetli olduğunu anladım. Rüzgarda saçları dalgalanırken Kaxel'a nefret dolu gözlere bakmaya başladı. Bir anda, itiraz bile edemeden göğsüme yeşil renkte bir ok sapladı. Canımın % 25 i geri gelmişti. Yeteneklerim aradan geçen süre içinde bekleme süresi bitmiş , hazırlardı. Kaxel'ı ilk kez böyle görmüştüm. Sanki hayalet görmüş gibi bakıyor, ağzı açık söyleyecek söz bulamıyordu.
Kızıl saçlı kız yayını gerdi. Ve Kaxel'a nişan alarak şöyle dedi:
-Ondan uzak dur!
Bir anda, Kaxel'ın üstüne ok yağmaya başladı. Her yayını gerdiğinde, gözle görülemeyecek bir şekilde ok atıyor, ve hedefini 12'den vuruyordu. Canı 5 saniye içinde yeşil alandan kırmızıya düşmüştü. Pes etmekten başka bir çaresi kalmadığını anlayınca savaşı bitirdi ve ışınlanma kristali bile kullanmadan yok oldu.
Ekranımda beliren yazı, kazandığımı söylüyordu. Asıl fark ettiğim durum ise herkes etrafta normal yaşantılarını sürdürüyordu. Kimse olanları görmemişti sanki. Tek mantıklı açıklaması, Kaxel gerçekten de bizi izole etmişti. Savaş bitincede normal dünyaya dönmüştük.
-Ah!
Dengemi kaybetmiştim. Komboda kullandığım güç yeteneğinin yan etkisi savaş bittikten sonra kendini göstermeye başlamış olmalıydı.
Hayır, nedeni bu değildi. Koluma baktığımda o gün yaşanan olan olayın aynısını gördüm. Bilekliğim yine kendini tüketmişti...
Bir han odasında uyanmıştım. Etrafımda kimse yoktu. Ne o kız, ne de başka biri... O an yaşadığımı hatırladım. Bileklik bir patlama yaratmış, ve bir anda o ortaya çıkıvermişti. Oyunda olmaması gereken bir silah kullanmış, ve beni kurtarmıştı. Kalbimde bir acı hissettim. Ama acının nedeni yara değildi. Düş kırıklığıydı.
"Ya bunlar hayalse?" Rüya görmüş olabilirdim. Çünkü görünürde her şeyim aynıydı. Yalnızdım. Olması gerektiği gibi, yalnızdım. "Daha iyisini hak etmiyorsun zaten" diye kendime sinirlendim. Bütün duygularım boşalmıştı. Ellerimi masaya dayayarak hüngür hüngür ağlıyordum. Neden ağladığımı bende bilmiyordum. Belki bu kadar yük üstüme fazla gelmişti. Belki hayatımı tehlikeye soktuğumdan, etkisi altından çıkamamıştım. Belki de tek başıma daha fazla katlanamayacaktım.
İçeride birini hissettiğim anda ağlamam kesildi. Biri arkamdan sarılmış, ellerini boynuma dolamış, kafasını sırtıma gömmüştü. O da ağlıyordu. Gözlerimi açtığımda ise o kız olduğunu farkettim. Daha ben bir şey diyemeden:
-Özür dilerim, çok özür dilerim.
Hala ağlamaya devam ediyordu. Nasıl bir anda geldiğini anlamasam da sakinleştirmek zorundaydım. O an bunların bir rüya olmadığını görmek, benim için çok şey ifade ediyordu.
Daha sıkı sarılmaya başladı. Göğüsleri sırtıma baskı yapıyor, sesi daha hüzünlü çıkıyordu. Çilek gibi kokuyordu.
-Gerçekten... Ben... erken gelmek istedim... ama ...
-Şıhh.
Titreyen elimi omzumda duran elinin üstüne kondum. Arkamı dönüp kollarını boynumdan çektim. Ve bir anda sarıldım. Tanımadığım birine, durduk yere sarılmıştım. Kim olduğunu, ne olduğunu bilmiyordum. Ama içimden bir his, onu daha önceden tanıdığımı söylüyordu. Ama bu mümkün değildi, eğer görmüş olsaydım böyle bir yüzü unutabileceğimi sanmıyordum. Çok ince, narin bir görünüme sahipti. Kıpkırmızı gözleri ağlamaktan kızarmış, rujsuz dudakları kendi kendine oynuyor, ama ses çıkarmıyorlardı. Kendimi çok sakin hissediyordum. Vücudunun sıcaklığı beni de etkilemiş gibiydi.
-Teşekkür ederim... beni kurtardığın için...
Gözlerindeki yaşı sildim. Görünüşü, oyuncağı elinden alınmış masum bir kızınkini andırıyordu. Kaşları havaya kalkmış, davranışımı algılamaya çalışıyorlar gibiydi. Hala anlayamıyordum. Neden buradaydı? Neden benim yanımdaydı? Beni kurtarmasının yanısıra, birde özür diliyordu. Gerçekten buna değecek biri miydim? İkimizde birbirimizin gözlerine sessiz bir şekilde bakıyorduk. Bir şeyler söylemem gerekiyordu.
-Seni tanıyor muyum?
Aptal! Bir anda kıza böyle bir soru sorulur mu? Sanki burada olması umrunda değilmiş gibi... Yüzüm kızarmıştı. Tam o manada demek istemediğimi söyleyecekken elini sıkmam için uzattı.
-Hayır, ama tanışabiliriz. Ben Lidia, 65. seviye, okçuyum. Senin gibi "efsaneler" sınıfındanım.
Elini sıktım. Benimle aynı seviyeydi. Ama efsanevi sınıfı ? Ne demek oluyordu bu?
-Ben de ....
-İsmin Yakea, 65. seviyesin. Oyunun başında başına gelenler yüzünden bir klana katılman yasak, 39. seviye koridor canavarını tek başına yendin. 5ten fazla tuzak odasını etkisiz hale getirdin. Laughinn Coffin'in kurucularını yerle bir ettin. Efsanevi sınıftan 4. oyuncusun. 6. ile kısa bir geçmişin var. Ve solosun.
-Ha?
Elini sıkmayı bıraktım. Hakkımdaki her şeyi en ufak ayrıntısına kadar biliyordu. Şimdi sinirlenemezdim. Buna hakkım yoktu. Hayatımı kurtarmıştı. Anlamsız yere üzemezdim onu. Hem o yanımdayken kontrolumu kaybetmiyordum.
-Hakkımda bu kadar çok şey bilmene şaşırdım. Ben bencil, lanetlenmiş, reddedilmiş, katil bir solo oyuncuyum.
Dediklerimi normal karşılamış gibiydi. Ve daha da yakınlaştı. gözlerimizin arasında 15 cm bile yoktu. Nefesini yüzümde hissedebiliyordum.
-Hakkında çok şey değil, her şeyi biliyorum.
Gülümsüyordu. Eğer yaptıklarını bilmesem, bir röntgenciden farkı olmadığını düşünecektim. Belki yolunu şaşırmış bir röntgenciden.
Bilekliğimi tuttu. Tuttuğu anda yeşil renkte parlamaya başladı. Küçük odada yeşil renkte bir hortum oluştu. Etrafımızdaki eşyalar sabit dururken üstlerinde (hasar görmez) yazısı beliriyordu. Saçları
rüzgarın etkisiyle dalgalanıyordu. Gözlerim, hala gözlerine bakıyordu. Yüzüm kıpkırmızı kesilmişti. Sanki neler düşündüğümü anlıyordu.
- "Efsanevi oyuncular"... Bu terim Kayaba'nın 6 tane oyuncuya bazı farklı özellikler vermesiyle oldu. Bazılarımıza farklı sonlar hazırladı. Bazılarımızı da, (Bilekliğimi ve kendi okunu göstererek) beraber şekillendirdi. Kaxel nasıl seninle aynı şekilde seviye atlıyorsa, bende aynı şekilde atlıyorum. Bilekliğin, üçümüzü birbirine bağlayan bir bağ. Sen o bilekliği aldığından beri, bilekliğin içinde, seninle beraberdim. Yaşadığın her şeyi, çektiğin acıları gördüm. Başkalarını kurtarmak için yaptıklarını , kötü adamı oynamak zorunda kaldığını gördüm. Ama Kayaba, senin yalnızlığı hissetmeni istiyordu. Bu yüzden sen inanılmaz bir güce kavuşmadan önce serbest kalamadım. Bilekliğini 2 kez evrimleştirdin. İlki Reyna'yı kurtarırken, ikincisi de, kendini kaybetmek yerine ölmeyi seçerken... Kendi iraden, beni serbest bıraktı. Bu yüzden, seninle beraber olmak istiyorum. Sana yardım etmek, yaşadıklarını beraber yaşamak istiyorum. Amacın uğrunda savaşmak, gerekirse ölmek istiyorum. Lütfen bana izin ver...
Söyledikleri.... gerçek miydi? Ben, gerçekten böyle biri miydim? Rüzgar kesilmişti. Lidia bana sarılmış, kafasını göğsüme dayamıştı. Hızlı kalp atışlarını hissedebiliyordum. Şaka yapmıyordu. Biraz önce, bütün gerçek duygularını benimle paylaşmıştı.
- Ölmek mi?
Kendi gözümdeki yaşı sildim. Çok mutluydum. Eğer Kayaba'yı tamamen ortadan kaldıracaksam ona ihtiyacım vardı. Sadece bu yüzden değil,
ilk gördüğüm andan itibaren ona aşık olmuştum. Değil ölmesi, giden bir canı yerine ölmeyi yeğlerdim. Artık tek başıma değildim. Bu oyunu kendim için değil, Reyna için, Lidia için bitirecektim.
-Sana zarar gelmesine izin vereceğimi mi sanıyorsun?
Gülüyordum. Hiç bu kadar içten güldüğümü hatırlamıyordum. Ve bir kaç saniye içinde karnım guruldadı. Biraz utangaçlıkla:
-Yemek yemeye ne dersin?
Benden sıyrılıp saniyeler içinde kapıya ulaşmıştı. Kapıyı açtıktan sonra arkasına bakıp:
-Sona kalan hesabı öder.
dedi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder