2. Bölüm: Kırık Kalp / Kırık Kılıç

     Demek beni yok etmek istiyorsun. Eğer gerçekten bu kadar  güçlüysen, bunu neden şimdiye kadar yapmadın?  
                         Yakea- 35.Seviye Oyuncu 

KAT 23-Kırık Kalp / Kırık Kılıç-

“Seçilmişmiş!” ... Kendi kendime bu cümleyi tekrarlarken karşımdaki yaratık kükremeye devam ediyordu. Canı benim canımın neredeyse on katıydı ama hareketleri çok yavaş ve dövüş algoritmaları basitti. Canavarla aramızdaki mesafe beş metre kadardı. Elindeki dikenli topuzu bana doğru sallamaya devam ediyordu. Zırhında gözle görünür bir delik bulamamıştım. Bu yüzden doğrudan kafasına saldırmaya çalışıyordum. Etrafımda kimse olmadığına göre yeteneklerimi dilediğim gibi kullanabilirdim. Öncelikle sağ kolumu tamamiyle saran bilekliği yukarı kaldırdım. “Cetra” numaralı tuşa basarak ortasındaki kristal yapılı düğmenin parlaması sağladım. Bir saniye sonra, elimin üstünde, holografik küçük bir kalkan belirdi. Aynı zamanda canım %30 arttı. Hareketlerim daha keskindi ama bir o kadar da yavaşlamıştı. Ne kadar sinirlensem bile, kendimi o anda daha emin ve kuvvetli hissediyordum. Kalkanı önde ve kılıcımı arkada tutarak ona doğru koşmaya başladım. Aramızdaki can farkı çok fazlaydı. Doğrudan bir hasar yemek ölüme neden olabilirdi. Ama bu oyunda hayatta kalmak istiyorsam bunu başarmam gerekiyordu. Tek boynuzu kırık, kıllı yaratık topuzu kafama indirmek için hamle yaptı. O anda kalkanımı bir yay gibi kullanarak topuzu yavaşlatmaya çalıştım. Kılıcımla da topuzu sağ tarafıma yönlendirdim. Canavar dengesini kaybetmişti. Fırsattan yararlanıp elimdeki en güçlü doğrudan isabet yeteneğini kullandım.
Oyunun başından beri tek çalışan ve her kullandığımda kritik vuran “shatter-strike” bir anda hızlanmamı ve canavarın canının %40 ının erimesini sağladı. Bu tek kullanımlık bir saldırıydı. Canavar ise kendini toplamış ve yeniden saldırmaya hazırlanıyordu. Elimdeki son kozu kullanmak zorunda kalmıştım. “Stealth”. Şu ana kadar başka kimsede görmediğim,savaş ortasında kullanabilinen kısa süreli görünmezlikti. Tek şansım vardı. Görünmez olduğum anda hızım iki katına çıktı. Görüntü bulanıklaşmaya ve seslerde duyulmamaya başlamıştı. İki saniyede canavarın arkasına koştum ve sırtındaki zırhın en ince olduğu yere hamlemi yaptım. “Stealth” yeteneği üç aşamalıydı. Üç kez görünmez olmama ve üç kez de görünmezken vurmamı sağlıyordu. Aynı olayı tekrarladım, 2 saniye içinde canavarın kalbine ve boynuna en net hamleleri yaptım. Canavarın piksellere ayrılışını izlerken yaşadıklarımı düşündüm. Tam iki hafta önce, oyundan çıkışın olmadığını ve öldüğüm zaman gerçek hayatta da öleceğimi öğrendim. Bununla kalmayıp, diğer oyunculardan farklı olarak bir anlaşma yapmıştım. Aslında anlaşmadan ziyade bir iddiaydı.
-Bundan böyle, artık normal bir oyuncu değilsin.
demişti.
-Sword Art Online, oyun dünyasında büyük çaplı bir evrim yaratmış olsada oyunun kurucusu Kayaba Akihiko” hala birşeylerin eksik olduğunu düşünüyordu. Oyunun tamamlanmamış olduğunu, destansı bir hikayesi olmadan hiçbir özelliği olmayacağını savunuyordu. Ve bu yüzden beni oluşturdu. Ben, Kaxel. Şu an oyundaki en güçlü bot
karakter, ve 95. seviyenin koridor canavarıyım. Asıl amacım seni bu dünyadan silmek.
Boş gözlerle ona bakıyordum. Dediklerinin hiçbiri mantıklı gelmiyordu. Eğer beni öldürmek isteseydi bunu çoktan yapabilirdi. Ama onun yerine, şu an , bana bunları anlatıyordu. Cesaretimi topladım:
-Demek beni yok etmek istiyorsun. Eğer gerçekten güçlüysen bunu neden şimdiye kadar yapmadın?
Sorduğuma şaşırmamıştı. Tam tersine sessizliğe gömülmüş yere bakıyordu.
-Çünkü, sana bağlıyım.
Biraz garip bir durumdu. Sana bağlıyım derken ne demek istediğini anlamasam da dinlemeye devam ettim.
-Doğru duydun. Sen seçilmiş 2 kişiden birisin. Oyuna girmeden önce hatırlıyorsan Sinir Kask’ın senin vücüt fonksiyonlarını ölçmüştü. İlk olarak, on bin kişiden reaksiyon hızı en yüksek olan kişi belirlendi. Ve Kayaba tarafından uygun bir hikaye oluşturuldu. Ne olduğunu sorma, zaten yakında öğrenirsin. Diğer parametre ise beyin fonksiyonlarının çalışma şekliydi. Sen, herkesten farklı bir özelliğe sahiptin. Beyninin iki kısmını da eşit oranda ve bir bütün içinde kullanıyordun. Ama küçük bir sorun gözüküyordu. Duyguların, salgıladığın hormonlar beynini normalden kat kat daha fazla etkiliyordu. Kayaba bunu fark ettiğinde başka bir şey düşündü. Önce oyun başında sağ elini kullanmayı kısıtladı. Ve yeteneklerinin doğru bir biçimde hareket etmemesini sağladı. Çünkü senin için bunu yaratmıştı.
Karakter ekranını tekrar açtı ve eşyalarından birini bana yolladı. Eşya bana ulaştığında ise garip bir şey oldu. Küçük, havada uçan beyaz bir kutu, sağ kolumun üzerine kondu ve parlamaya başladı. Gözümü açtığımda ise kolumu kaplayan, metal, gümüş ve plastik karışımı, üstünde birkaç tane kristal düğmesi olan bir bileklik oluştu.
-Bilekliğin adı “Cal. V1”. Oyunda birden fazla özelliğe sahip silahlardan ikincisi. Sen her seviye atladığında oda seninle beraber gelişecek. Sana saldıramamamın sebebi de bu. Kayaba beni programlarken normal bir durumda defansif kalmam gerektiğini yoksa bilekliğin beni yok edebileceğini kodlamıştı. Aynı zamanda şunu da unutma. Sen geliştikçe sadece bilekliğin değil, bende gelişiyorum. Sen ne kadar seviye atlarsan, oyunu bitirmeye çalışırsan hayatın daha da tehlikede olucak. Bunu bilerek oyna...
Ganimetlere baktım. Canavardan düşen tek eşya, küçük bir hançerdi. Elimdekilerle karşılaştırdığımda özellikleri gülünçtü. Demek ki ormandaki en güçlü yaratığın bile bir sınırı vardı. Tam yürümeye başladığımda ise çalılıkların arkasından bir ses duydum. Birilerinin güldüğünü kestirebiliyordum. Dikkatli bir şekilde çalılıkların arasına girdim. Gördüğüm manzara ise berbattı. Ormanın ortasında, biri yerde baygın bir şekilde yatıyordu. Başında ise çift el kılıç kullanan bir kılıç ustası, ve yere doğru eğilmiş kahkahalarla gülen bir suikastçi. Daha önceden de oyuncuların birbirini öldürdüğü haberlerini
duymuştum ama böyle bir oyunda, tam karşımda görmek, daha da çok sinirlenmeme neden oluyordu. Büyük bir hışımla dışarı çıktım.
-Demek ki dedikodular gerçekmiş. dedim.
Bir süre afalladılar. Ama tek başıma olduğumu görünce rahatlamışlardı. Yüzlerinde acınası bir tebessüm vardı. Yaptıkları işten zevk alıyor gibilerdi.
-Senin gibi bir çaylağın ormanda yalnız gezinmesi tehlikeli değil mi?
-Neden arkanı dönüp uzamıyorsun? Böylece seni öldürmemize gerek kalmaz.
“Çaylak” ha! Bilekliği kullanmak ileride daha büyük sorunlara yol açabilirdi. Şimdi sadece yeteneklerime ve kılıç dövüşüme odaklanmak zorundaydım. Aslında çaylak demelerini anlayabiliyordum. Oyun başından beri sadece bir kez zırh değiştirmiştim. Kılıcımda pek gösterişli bir şeye benzemiyordu.
Ama başka bir oyuncuyu bu hale sokmak, çizgiyi aşmak demekti.
-Ne o saldırmaya mı hazırlanıyorsun? diye sordu teki.
-Size avantaj veriyorum, neden kendiniz gelip görmüyorsunuz?
Kılıç ustası -herhalde mankafanın tekiydi- kılıcını kınından çekti. Ve sinirli bir tavırla bana doğru koşmaya başladı.
-Seni un ufak edicem!
Hareketleri çok yavaştı. Anlaşılan sadece kendi canını ve gücünü arttırmış, diğer hiçbir şeyi önemsememişti. Tam kafama doğru kılıcını salladı. Çevik bir hareketle eğildim, boşa salladığını anlayınca bağırmaya başladı. Bu seferki vücudumu ortadan ikiye yaracak
şekildeydi. Şu an karşılık vermezsem, piksellerime ayrılacağımdan emindim. Geriye doğru takla attım. Kılıcı mideme teğet geçtikten sonrada iki saldırılı yeteneğimi kullandım. İlk vuruşum gövde zırhına geldi küçük bir miktar canı gitti. Hemen sonrasında arkamı döndüm ve kılıcımı geriye doğru iterek karnına sapladım. “Kritik vuruş” yazısı çıkmıştı. Şimdi ise canı yeşilden sarı alana düşmüştü. Şaşırmış gibiydi. onu gören suikastçı arkadaşı da bana saldırdı. Hamleleri ve hareket hızı çok fazlaydı. Saldırılarını başka bir yere bakamadan karşılık verebiliyordum ama her seferinde çarpışmadan ötürü %1 canım gidiyordu. Eğer diğeri de ona yardım ederse işim bitmişti ama yine de bilekliği bu süreçte kullanamazdım.
Geriye adım attım. Son hareketimi görünce daha da canlandılar. Tam beklediğim şeyi yapıyorlardı. İkisi de hiç düşünmeden bana doğru koşmaya başladılar. Ellerindeki kılıçlar mavi ve sarı renkte parlıyorlardı. Her an bir yetenek kullanabilecek şekildelerdi. Ve o an en iyi şaşırtma yeteneğimi kullandım. Çarpışmaya bir metre kala havaya zıpladım ve görünmezliğimi aktive ettim. 2 saniye süren görünmezlik süresince büyük bir hızla suikastçinin arkasına geçtim ve kılıcımı zırhının boş olduğu yere sapladım. Canı yeşilden kırmızı alana düşmüştü. Eğer bir vuruş daha yapacak olsam ölecekti ama savunmasız kaldığım süreçte diğer oyuncu beni öldürebilirdi. Kombonun devamını getirmek için yeniden görünmez oldum ve ne olduğunu anlamayan kılıç ustasının bacaklarına kılıcımı salladım.. Canı sarıdan kırmızıya indi ve
dengesini kaybedip yere düştü. Son görünmezlik süremde de suikastçiyi tekmeyle yere serdim.
Şu an ikisi de %10 canla yerde yatıyor ve hayatları için bana bakıyorlardı. Kim bilir kaç kişiye bu durumu yaşatmışlardı ama onları bile bu halde görmek vicdan azabı çekmeme mi neden oluyordu? Hayır. Bir anda içimi garip bir his kapladı. Gözlerim bulanık görmeye ve kulaklarım daha keskin duymaya başladı. Etrafımda hareket eden her şeyi bir şekilde görebiliyordum. Ama çok uzun sürmedi. Bir saniye içinde nasıl bile olduğunu anlayamadan, ikisinin de piksellerine ayrıldığını fark ettim. Birini öldürmüştüm. Katil miydim? Bu bir oyundu sonuçta değil mi? Ama, Kayaba öyle değil demişti. Niye öldürmüştüm?
Gözümü açtığımda kendimi otların üstünde, yerde hala baygın halde yatan kişiye bakarken bulmuştum. Doğru ya, onu kurtarmak için savaşmıştım. İçimdeki kötü his biraz olsun hafiflemişti ama şu an bunu düşünecek zamanım yoktu. Onunla ilgilenmeliydim. Ayağa kalktım. Işınlanma kristalimi depomda bırakmıştım bu yüzden onu taşımam gerekiyordu.. Yerde yatan baygın vücudu kucağıma alırken ne kadar hafif ve ince olduğunu fark ettim. Yüzünü gördüğümde ise kalp krizi geçiriyor gibiydim.
O, o bir kızdı. Sarı saçları alnının ortasından sağa ve sola ayrılmış, ince kirpikleri kıpırdamaya başlamış, yüzündeki masum ifade yerini esnemeye bırakmıştı. Gözlerini açtığında ise ikimizde şok olmuştuk.
Gözleri lacivertti. Yaşları benim yaşım civarındaydı ama benden çok daha atik biriydi. Bunu kucağımdan atlayıp, elimi ters döndürerek yüz üstü yere attığı için fark etmiştim. Şu an ise ayağıyla sırtıma bastırıyor ve şaşkın bir ifadeyle kekemeye başlıyordu.
-Sende kimsin?
-Hey, sence bu halde konuşabilir miyim?
-Sana bir soru sordum.
Daha da sert bastırıyordu.
-Adın ne, niye beni kucağına almıştın?
-Adım Yakea, bende tanıştığıma memnun oldum.
-Sen, sen beni bayılttın değil mi? Amacın neydi?
Sapıklıkla ilgili birkaç cümle mırıldanmaya başlamıştı. Eğer onu şimdi sakinleştirmezsem bana saldırabilirdi.
Sağa doğru yan döndüm. Dengesini kaybettiği anda elini yakaladım ve kendime doğru çektim. Gerçekten çok hafifti. Çekmemle beraber yere düştü ve hareket etmemesi için üstüne çıktım.
-Bırak beni. Üstümden in, sapık!
-Eğer üstüne çıkmasam beni öldürmeye çalışabilirdin.
-Şu an tam da onu yapıcam.
-Biraz sakin olabilir misin? İzin verirsen ne olduğunu anlatıcam.
Sakinleşmemişti. Ama kaçmaya uğraşırken bir yandan da beni dinliyordu. Onu ne halde bulduğumu, başında kimlerin olduğunu ve bana saldırdıklarını, onu kurtarmak içinde onları öldürmem gerektiğini,
yaşadığım küçük krizi es geçecek şekilde anlattım. Sonrasında da ellerini tutmayı bırakıp ayağa kalktım ve bir adım geri çekildim.
Ayağa kalkmamla beraber, karnıma tekme attı ve kılıcını göğsüme dokunacak şekilde tuttu. Ama gözlerinde herhangi bir sinirlenme ifadesi yoktu. Hatta, minnettar olmuş gibiydi. Kılıcını geri çekti ve kınına soktu.
-Sana inanmıyorum, dedi. Sonrasında ise arkasını döndü ve yürümeye başladı.
-Dur, bir dakika, sana eskortluk etmeme izin ver.
-Ha? Aklını mı kaçırdın? Seni öldürmediğime dua et.
-Hayır, gerçekten de diyorum. Seviyenin yüksek olmasına rağmen eşyaların dayanıklılığı bitmek üzere. Her an bir kaçını kaybedebilirsin.
-Kendi başımın çaresine bakabilirim.
-Lütfen, şehre kadar seninle gelmeme izin ver. Hem bana borçlusun, hayatını kurtardım.
Son söylediğim söz pek hoşuna gitmemiş gibiydi. Ama nedense ona yardım etmek istiyordum. Bir şekilde onun yakınında olmak istiyordum, ama hiç bir nedeni yoktu. Karakter ekranını açtı ve parti daveti yolladı. Kabul etmemle beraber arkasına bakmadan yürümeye devam etti.
-Klanıma gidiyorum, sadece oraya gidene kadar...
-Siz nasıl isterseniz...
Yüzünü göremesem de şu an güldüğünden emindim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder