20. Bölüm: SON.

O yüzden, o yüzden lütfen beni affet! 
Lidia ??- 100. Seviye ??????

Bazen Bir Son, Yeni Başlangıçlara Yelken Açabilir


Kat ??


Kırmızı gözler... Öldürme dürtüsüyle kaplı alev alev yanan bir vücud... Meteor bile düşse yok olmayacak bir konsantrasyon... Bembeyaz parıldayan bir kılıç, simsiyah dumanlar yükselen bir bileklik, ve holografik bir uzun kılıç... Bunu kaç kere yaşamıştım? Belki 3 belki 4... Peki neden, neden şimdi geri dönüşü yokmuş gibi hissediyordum? Belkide gerçekten öyleydi... Bu bedendeki o şey tamamiyle açığa çıkmıştı. Kontrol sadece ondaydı.
Bir patlama sesi... Kayaba kılıcıyla beni göstererek gökyüzünden taşlar düşürüyor ama her seferinde ıskalıyordu. Bu oyunda var olan bir yetenek değildi. Admin, kendisi oyunu hackleyip kendini benimle eşit duruma getirmişti. Hahaha! Evet evet! Eşit duruma dedim! Çünkü her seferinde attığı kayalardan saliseler içinde kurtuluyor, ona adım adım yaklaşıyordum. Beyaz, efsanevi kılıç Niporan kayaları toza çevirirken efsanevi bileklik Calist te yerden çıkan 99. seviye canavarlara tek atıyordu. Bu... Bu evrende olmaması gereken bir savaştı. Çünkü bu manyaklıktı. Çünkü bu kendi egosunu tatmin etmek isteyen bir moronun yarattığı bir savaştı. İnsanların kaderini kendisinin belirleyeceğine inanan bir hastanın, planının doğru yürümemesiydi. Bu yüzden... Bu yüzden kendi yarattığı kaderle yüz yüze gelmeliydi! -Kayaba! Bütün gücümle üzerine atladım. İki kılıcıda kafasına doğru sallarken çıkardığı kalkanı saldırılarımı engelliyor, ama yavaş yavaş dayanıklılığını kaybediyordu. Attığım her bir darbe beni zafere daha çok yakınlaştırıyordu. Kalbim gitgide berraklaşıyor, içimdeki canavara yol gösteriyordu. Eğer böyle devam ederse kalkanı kırılacak, ve o sarıdan aşağıya düşmeyen canı kırmızıyı boylayacaktı! Her bir kalkanından kopan piksel parçası, kılıçların çarpışlasıyla çıkan her kıvılcım onun aleyhine işliyordu. -Artık bitti. Kayaba... 3 metre geriye çekilmiştim. Kalkanı kırılan ve tek eliyle kılcını tutan, bana ağlamaklı gözlerle bakan bu herife sonunu getirmeliydim. -Calistre... "Calamity'yi" ("yıkım"ı) aktifleştir. -Calamity... etkin. Son 3,2,1... Calamity başladı. Lascen...Reyna... Lidia... Benim için ölen, ve hayatını tehlikeye atan bu 3 kişi... Ben süper kahraman değildim. Onlarca insan öldürmüş, ve hiçbirinde pişman olmamıştım. Bu yüzden herkesi kurtaracağıma söz veremezdim. Ama canım pahasına da olsa, bana değer veren insanları koruyacaktım! Bu yüzden... bu yüzden karşımdaki insanlıktan çıkmış yaratığın ölmesi gerekiyordu. Ve bunu ancak bende insanlıktan çıkarsam başarabilirdim. Onun hesaplamadığı şey bu olmuştu... Beni normal biri gibi değerlendirmiş, ve bana bu gücü vermişti. Sol elimi havaya kaldırarak Niporan'ı Kayaba'nın kafasına fırlattım. Ne olduğunu anlayamayan Kayaba gözleriyle alnına bakmaya çalışıyordu. Çünkü tam ortasında yarısına kadar girmiş bir kılıç vardı. Kılıcı fırlattıktan hemen sonra arkasına ışınlandım. Holografik kılıcı kalbine sokarak sağ kolumu havaya kaldırdım. Ayakları yerden kesilen bu yaratığı bütün gücümü toplayarak kafamın üstünden arkaya fırlattım. Ve... yere düşmeden bir saniye önce, "o" sözü söyledim. -Impulse! Uzun, ince bir ışık demeti bir çizgi halinde Kayaba'nın vücuduna girdi ve delerek arka taraftan çıktı. 7 bin kişinin konuştuğu o ölümsüz kişi saliseler içinde piksellerine ayrılmıştı. Ya da ben öyle sanmıştım... Bir patlama daha... Kayabanın piksellerinden çıkan bu patlama değdiği yeri küle çeviriyordu. Böyle bir şey planda yoktu. Ne olduğu, ne yapmamız gerektiğini düşünemeden bize doğru gelen bu enerji dalgasından gözlerimi alamıyordum. Arkamdan bir el beni kendine çekmişti. Kafamı çevirdiğimde, Lidia'nın yüzünü görmüştüm. Gözleri, umutsuz ve acı dolu bakarken bir şeyler söylemeye çalışıyordu. -Yakea... Bu patlama... Kayaba'nın son kozuydu. O, ölürse Aincrad'taki herkesi öldürecek bir algoritma yazmış. -Nasıl? Bunu nereden biliyorsun? -Sana söylemediğim için pişmanım... Ama, ama senin bilekliğinden çıkmam... Elimde oyunda normalde olmayan bir silahın olması... Bunların hepsi Kayaba'nın planının bir parçasıydı. Çünkü ben gerçek bir oyuncu, bir insan değilim. -Ne! Saçmala... -Yakea! Sus lütfen! Fazla zamanımız yok! Beni... Şimdi beni iyi dinle! Sağ elinle alnıma dokun ve "Onay verildi!" de! Böylece bu patlamayı engelleyebilirim. Hatta seni ve Reyna'yı gerçek hayatlarınıza geri gönderebilirim. -Ama bu... -Yakea yalvarırım daha fazla bir şey söyleme! Ben, ben çok üzgünüm. Onun böyle bir şey yapabileceğini bilmiyordum. Bunları saklamamın tek sebebi gerçek biri gibi yaşamaktı. Ben, bencillik ettim. Seni sevdiğimi düşünerek normal biri olabileceğimi sandım. Ama bunların hepsi yalandı. Sadece kendimi kandırıyordum. Ben bu oyunun sadece bir parçasıyım. O yüzden, o yüzden lütfen beni affet! Ben... Ben ne diyeceğimi bilmiyordum... Karşımda, gözlerindeki yaşı saklamaya çalışan bir kız duruyordu. Bir yandan üzerimize gelen bir enerji dalgası, diğer tarafta... Hiçbir şey bilmiyordum! Şu lanet olası oyunda, şu an ne yapmam gerektiğini, nasıl bir çözüm yolu bulacağımı bilmiyordum! Ama bu kız beni daha da deli ediyordu! Şu an, karşımda duruyordu, ve tamamen gerçekti! Aldığı kararlar, değer verdiği kavramlar... Bana nasıl insan olmadığını söyleyebilirdi ki.. Eğer bu doğruysa bile birçoğumuzdan daha fazla insandı o! Bunu yapamazdım. Onu daha fazla tehlikeye atamazdım. Ne dediği umrumda değildi! Gerekirse bu dalgayı durdurmak için kendimi feda ederdim. Başımı öne eğdim. Lidia'ya bir kez daha baktım. -Lidia... Dediklerin doğru olsa bile, sana zarar vermesine izin veremem. Gerekirse kendimi feda ederim! Ama sana bir şey olmasına izin veremem! -Hahah... Yakea, nedense beni hiç yanıltmıyorsun. Bu yüzden seni seviyorum. İçimdeki bu duygular sadece kodlardan ibaret olsa bile bu yüzden sana aşığım. Ve bu yüzden doğru inandığım şeyi yapacağım... -Sana... Lidia sözümü bitirmeme izin vermeden dudaklarını dudaklarıma getirmişti. Gözlerini kapadığı anda yanağına düşen bir damla yaş, yüzünde beni öperken takındığı küçük bir gülümseme vardı. Hemen sonrasında gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. Vücudum sadece onun dudaklarını hissediyordu. Kalbimi sımsıcak ısıtan bu kızı kollarım sarmış bir daha bırakmak istemiyorlardı. Bu kızın... gerçek olmamasına imkan yoktu. Bu dünya... Geriye kalan hiçbir şey umrumda değildi. Sadece, sadece bu saniyeleri sonsuza kadar yaşamak istiyordum. Lidia beni öperken diğer taraftan kollarımı tutuyordu. Sol eliyle sağ kolumdaki bilekliğe dokunurken sol elimi sağ eliyle avcunun içine almış ve alnına götürmüştü. Öpmeyi bıraktıktan hemen sonra, gözlerine bir kere daha bakmıştım. Mutluydu... Gerçekten çok mutluydu. Keşke onu hep mutlu edebilseydim. Bir dakika... Elim onun alnındaydı! diğer eliylede bilekliğime dokunuyordu! -İzin verildi... -Lidia! Alnı bir anda parıldamaya başlamıştı. Bütün vücudu piksellere ayrılırken yanağından akan bir damla yaş yere düşerken vücudum kaskatı kesilmişti. Beni öperken, bilekliğimi hacklemiş ve onayı kendisi vermişti... Bu yüzden, bu yüzden artık o yaşamayacaktı. -Hayır! Hayır! Neden Lidia? Neden bunu kendine yapıyorsun? Lütfen! Lütfen yaşamaya devam et! Bir kez de senin için bir şey yapmama izin ver! Lütfen gitme! Yalvarırım... Lidia!!!!!!!!!!! Vücudu piksellere ayrılırken küçük bir çocuk gibi ağlıyordum. Patlamanın dalgası saniyeler sonra bize varmak üzereydi. Ama hiçbir şey umrumda değildi. Bir çocuk gibi davranıyor, ve ondan ayrılmak istemiyordum. Kendi hayatım umrumda değildi. Onun ne olduğu umrumda değildi! Sadece onu istiyordum! Sadece biraz daha onunla vakit geçirebilmek istiyordum! Göğsüne kadar piksellere ayrılmıştı. Elini yanağıma götürmüş, gözlerimden akan yaşı silmişti. Dizlerim titrerken, ölümcül dalgayla aramda metreler varken bana şunu söylemişti. -Yake... Seni seviyorum. -Bende... Bende seni seviyorum Lidia... Diyebildiğim tek ve son kelime, Lidia piksellere ayrılmadan gözlerinden bir damla daha yaş gelmesine neden olmuştu. Birkaç saniye sonra ise, hem o hem ben hemde bütün dünya piksellere ayrılmıştık. Artık oyun bizim için bitmişti... SON

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder